Şimdiki yaşadığımız evler, koridorları, kaloriferleri, hepsi biribirne benzeyen odalar, televizyon bilgisayar açık, sinirler gergin, bir gün daha iyisine taşınırım umuduyla yaşadığımız evler.
Yazıktır bu evlere.
Çünkü, hiçbir mimari kıymeti olmayan bu pahalı evlerde otururken, köylerimizde, asırlık, en az üç kuşağın bir arada sevgiyle yaşadığı evler bulunmaktadır.
Tıpkı Skalna glava köyünde, kime ait olduğu bile bilinmeyen, terkedilmiş bu eski evler gibi.
İçerisine baktığımızda, yok olmaya mahküm edilmiş bu eski evin şöminesi dökülmüş, merdiveni çürümüş, çatısı çatlamış, pencereleri yerinden çıkmış ve camları kırılmış bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Bizler, dedelerimizin, nenelerimizin, annelerimizin ve babalarımızınn yaşadığı bu evlere asla sahip çıkmadık.
Ve asıl zenginliğin de, sofraların bereketini de, acı çeken bu evlerin içinde yitip gittiğini…
O zamanlarda belki herkes yoksuldu ama kimse şikayetçi değildi. Ekmek azdı, sofraya uzanan eller çoktu ama sofra bereketliydi, herkes sofradan doymuş olarak kalkıyordu.
O evlerde kavgalar da yaşanmadı değildi ama kimse kimseyi üzmedi. Kimse kimseye kırılmadı.
Şimdi, apartman dairelerinde yediğimiz yemeklerin çeşidi arttı ancak sofraya uzanan eller azaldı. Ve biz de gergin sinirlerle azalıp gidiyoruz işte.
Biz mirasımıza da sahip çıkmadık çünkü.
***
Köylerimizdeki eski evlerin bir ruhu vardır.
Ve bu evler bir el, bir ışık bekliyor uyanmak için.
olaybg.com