Geçen yazın ortasında ülkemizdeki terk edilmiş köylerin sayısı hakkında bilgi verilmişti. Sayıları azımsanamayacak kadar çok olduğu ortaya çıktı. Kırcali ilinde terk edilen köylerin sayısı 11, yirmiden fazlasının ise bir haneli rakamdan oluşan nüfusu vardır. Üzücü… Gürültüden ve kibirden uzak, çalışkan, „temiz“ insanların yaşadığı bu küçük, pitoresk kuytu köşeler erimeye başladı ve onlarda yaşam yok oldu. Ardino’nun Şeytan Köprüsüne giden yolda bulunan Dyadovtsi köyünde olduğu gibi. Yukarı baktığınızda, tepelerde asılı yarı tahrip olmuş evler görüyorsunuz. Yaklaşırken hüznü, gözlerinizi kapatınca nostaljiyi hissediyorsunuz. Bu şirin Rodop köyünde yaşanmış hayatı hayal etmeye çalışıyorsunuz. Sesleri duyur gibi oluyorsunuz… Farklı yönlerden gelen kadın sesleri, yetişkinlerin konuşmalarını, çocukların çığlıklarını, hatta köpek havlamalarıyla karışık kuzu melemelerini… Çayırlara dokunan ayak seslerini bile hissedebilirsiniz… Havada kahve ve tütün aroması. Gülümsüyorsunuz. Güzel bir his. Gözlerinizi açmak istemiyorsunuz, ancak kaçınılmazdan kaçamazsınız. Bugüne dönüyor ve görüyorsun. Güzel ve aynı zamanda hüzünlü. Son sakininin 2011’de vefat ettiğini, 20 yıl boyunca orada yalnız yaşadığını biliyorsunuz. Bugün, onlardan kalan evler ve enkazları bize burada bir zamanlar yaşamın dolu dizgin devam ettiğini hatırlatıyor. Evler doluydu, anaokulları, okullar, kültür merkezleri, muhtarlıklar, bakkallar ve hatta sinemaları vardı. Bir kısmı Ardino’da kaldıysa da, birçok sakini başka şehirlere ve Türkiye’ye göç etti. Ve böyle. Yıllardır sessizlik çökmüş durumda. Sessizlik tepeleri ele geçirmiş, sadece kuşları ve rüzgârın dokunduğu kapıların gıcırtısını duyabilirsiniz. Artık kimse yok…
Bir yerlerde, Bulgaristan köylerindeki nüfusun kent nüfusundan yedi kat daha hızlı eridiğini okudum. Tahminler oldukça kasvetli: Yaklaşık 35 yıl sonra, bu küçük yerleşim yerlerinde nüfusun sayısı iki kat azalacak. Bulgaristan köyleri ve dağdaki o güzel yerler hayatta kalacak mı?! Yanıtını sadece zaman verebilecek.
Mariya Kaloyanova